Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 GİRİT ADASI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
sameTR
Moderatör
Moderatör
sameTR


Mesaj Sayısı : 93
Yaş : 34
Localisation : yalova-merkez
Kayıt tarihi : 03/08/06

GİRİT ADASI Empty
MesajKonu: GİRİT ADASI   GİRİT ADASI EmptySalı 5 Haz. - 12:09

Haritaya baktığınızda, Anadolu ile Rumeli’ni el ense tutmuş iki yiğit baş pehlivana benzetebilirsiniz. Rakip, oyun yapma fırsatı bulamasın diye ayaklarını birbirinden biraz açık tutmuşlardır. Başların, omuzların birbirine yaslandığı, pazuların şişip kabardığı, kasların zorlandığı göğüs göğüse sürdürülen güreş o kadar ilgi çekicidir ki, yukarıdan ve doğudan Asya, batıdan Avrupa, aşağıdan da Afrika merakla izlemekte ve alkış tutmaktadır. Afrika tarafından seyirci saflarını yarıp öne çıkan yaramaz bir çocuk, elini başının altına destek yaparak Akdeniz’in masmavi sularına çimlere serilircesine uzanıvermiştir. İşte burası Girit Adası’dır.

Mizansen veya çağrışım bir yana, Girit bayağı büyük ve hayli önemli bir adadır. Aslında İslâm’ın öz evladıdır da... Bu mübarek dinle daha doğuş çağında tanışan, ardından önce yaklaşık bir buçuk asır, sonra da iki buçuk asırdan daha uzun bir süre müslümanlara vatan olan bu güzelim toprak parçası, çeşitli sinsi ve hain oyunlarla nihayet Yunanistan’a mal edilmiştir.

Adanın islâmî döneme ait son derece zengin kültürel miras çeşitliliğine sahip tarihi eserleri içler acısı durumdadır. Osmanlı eserlerinden çoğu yok edilmiştir. Ayakta bırakılanlar ise başka amaçlarla kullanılmaktadır.

Verimli ovaları, yüksek dağları, derin kanyonları, sert rüzgârları, gür suları olan adada narenciye de yetişir, kestane de… Sebze ve meyvenin her çeşidi mevcuttur ama burada asıl bitki zeytindir. Ayrıca adada her çeşit şifalı otu bulmak mümkündür. Giritlilerse bu otları hiç yüksünmeden her daim mideye indirirler.

Burası, Asya’nın, Avrupa’nın, Afrika’nın ortasında başlı başına bir dünya gibidir. Gelin şimdi semalarında bir zamanlar ezan seslerinin çınladığı Akdeniz’in bu büyük adasına biraz daha yakından bakalım.


Ege Denizi’nin kilidi

Girit’e Batılılar Krete, Creta, Créte; Araplar Akritiş veya İkritiş derler. Doğu Akdeniz’in Kıbrıs’tan sonra en büyük adasıdır ve adeta Ege Denizi’nin kilididir. Nüfusu 650 bin dolayındadır. 8618 km² büyüklüğündedir. Doğu-batı doğrultusunda yaklaşık 260 km. uzunluk ve yer yer daralıp açılan 15-56 km. genişliktedir.

Ada Anadolu topraklarını andıran bir görüntüye sahiptir. Genellikle dağlıktır. Gerilla savaşı için Kafkas ve Afgan dağlarından geri kalmaz. Derin vadiler, irili ufaklı sayısız mağaralar da cabası... Onun için Osmanlılara çeyrek asır geçit vermemiş, İkinci Dünya Savaşı’nda da Nazilere karşı zorlu bir direniş göstermiştir. Yerleşime müsait olmadığı için sadece üç-beş köyün bulunduğu güney kıyılarında sarp dağlar ve yalçın kayalıklar denize dikine iner. Halbuki kuzey sahilleri hem korunaklı körfez ve koylara sahiptir hem de yerleşime uygundur. Bu kesimde ziraat ve ulaşım da yapılabilmektedir.

Girit adasının ilk sakinleri Anadolu’dan gelip yerleşenlerdir (MÖ 3000-1400). Sonra bilindiği kadarıyla Yunan ve Mısır medeniyetlerinden etkilenmiş, daha sonra da çeşitli kavimlerin saldırılarına maruz kalmıştır. Korsan yatağı olması ve etrafa güvensizlik telkin etmesi sebebiyle Romalılarca işgal edilmiştir (MÖ 67/66). Romalılar burayı daha çok askeri ve iktisadi bir üs olarak kullanmışlardır. Roma İmparatorluğu ikiye bölününce (MS 395), ada Doğu Roma (Bizans) tarafında kalmıştır.

Müslümanların Girit’e ilgisi

İşte bu safhadan sonradır ki Girit İslam’la tanışmıştır. Herakliyus’un bütün çabasına rağmen Suriye, Mısır ve Trablus’a hakim olan müslümanlar, Muaviye b. Ebu Süfyan’ın Şam valiliği sırasında tesis edilen donanma sayesinde Akdeniz adalarına yönelik akınlarını başlattılar. Ve yine onun hilafeti döneminde Cünade b. Ümeyye el-Ezdî komutasındaki İslâm ordusu, Rodos’tan Girit’e hücum etti fakat adayı alamadı. Akınlar Abbasîler döneminde de sürdü. Harun Reşid zamanında Humeyd b. Ma‘yuf el-Hemdânî Girit’te bazı mevkileri fethetmeyi başardı. Fakat tamamıyla fethi, Halife Me’mun zamanında oldu.

Endülüs’te patlak veren Rabd Vakası üzerine ülkeden sürülen 10 bin kişi bir müddet Mısır ve İskenderiye’de ikamet ettikten sonra 210/825’te reisleri Ebu Hafd Ömer komutasında 30 parça gemi ile Girit’e geçerek adaya tedricen hakim oldular. Girit’e yerleşen müslümanlar burada Rabd el-Hendak (Kandiye) Şehri’ni kurdular. Eskiden küçük bir kasaba olan İraklion bu dönemde büyük bir şehir olarak yeniden kuruldu. Kenti surlarla çeviren, surların dışına da hendekler kazarak savunma engeli oluşturan bu müslümanlar, şehre bu hendeklere izafeten Handakas (Hendekler) adını verdiler. Müslümanlar Girit’i fethettikten sonra yaklaşık bir buçuk asır burada kalmışlardır.

Bizanslılar bu adayı tekrar ele geçirmek için çeşitli girişimlerde bulundular ve nihayet 12 aylık bir kuşatmadan sonra 961’de Kandiye şehrini zapt etmeyi başardılar. Müslümanların hakça yönetimini gören Giritlilerin Bizans hakimiyetini kabulü kolay olmadı. Nitekim memnuniyetsizliklerini sık sık isyan ederek gösterdiler. İsyanlarda adalıların belli vergileri ödemek istemeyişinin etkisi büyüktü.

Girit, 4. Haçlı Seferi’nde Bizans İmparatorluğu arazisini aralarında pay eden Haçlılardan Montferrat Markisi’ne düştü. Marki de adayı Venediklilere sattı. Venedikliler anavatandan getirdikleri ahaliyi adaya yerleştirmekle kalmadılar, bütün kıyı şehirlerini tahkim ettiler, iç kesimlerde müstahkem kaleler dikerek, garnizonlar kurdular.

Girit Venediklilerce 20 bin kişilik bir ordunun korumasına emanet edilmişti. Tabii bu iş için halktan ağır vergiler alınması gerekiyordu. Venedik hakimiyetinin bedelini Girit ahalisi ödüyordu. Bu sadece iktisadi bir bedel değildi. Venedikliler Girit köylüsünü ezdikleri gibi, adanın Ortodoks ruhban sınıfını da benzer baskı ve işkencelere tabi tutuyorlardı. Nitekim ada tarihini inceleyen bazı Avrupalılar daha sonra gelecek Osmanlı yönetiminin adaleti karşısında hayranlıklarını gizlemeyecek ve şöyle diyeceklerdir: “Türkler insanlıkla kabil-i telif olmayan böyle bir harekete hiçbir zaman teşebbüs etmemişlerdir.” (Hippolyte Noiret, Documents inédits pour sercir à l’historie de la Donination Venétienne en Créte de 1380 à 1485, Paris, 1892, s. V, VI; Perrot, L’lle de Gréte, Paris 1867, s. 151).

Venediklilerin baskı ve zulmünden yılan Giritliler, 1,5 asırda 20’den fazla isyan girişiminde bulundular. Fakat isyanlar her defasında bir öncekinden daha kanlı bir şekilde bastırıldı. Sonuçta Giritliler isyan hareketlerine son verdiler. Fakat çoğu İslâm idaresinde yaşamayı tercih ettiklerinden Mısır’a hicret ettiler ve burayı yurt tuttular.

İslâm’la ikinci tanışma ve fetih

Girit’in müslümanlarla ikinci kez tanışması, Aydın beylerinden Umur Bey vasıtasıyla 1341’lerde oldu. Bir sonraki müslüman Türk akınıysa 1427’de vuku buldu. Osmanlılar Girit’i fethetme işine yeterince önem vermediler. Fakat adayı çeşitli seferler münasebetiyle gidiş gelişleri esnasında yoklamaktan geri durmadılar. Kanunî, Barbaros, II. Selim zamanlarında uğradığı Osmanlı akınları Giritliler için Venedik baskı ve zulmünden kurtuluşu getiremedi.

Aslında Trablus, Tunus ve Cezayir deniz yolları üzerinde bulunan Girit Adası, Osmanlılar tarafından er geç fethedilmek zorunda olmasına rağmen geç kalınmıştı. Adanın Venediklilerin elinde kalması Osmanlıların Akdeniz hakimiyetini tehdit ediyordu. Venedikliler ise her defasında siyasi ilişkilerini daha da güçlendirerek adanın Osmanlılarca zaptını engellemeye çalıştılar. Taktik yüzyıllarca işe yaradı ise de, Malta korsanlarının Girit sularını kullanarak Osmanlı gemilerine saldırması bardağı taşıran damla oldu. 1645’te Hanya Kalesi’nin alınması Girit’teki Osmanlı fetihlerinin başlaması anlamına geliyordu. Venedikliler Osmanlıları Girit’i tamamıyla fethetmekten alıkoymak için Bozca ve Limni adalarını zapt ettiler, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alarak Girit’e yönelik Osmanlı yardımlarını engellediler, fakat yine de adanın fethinden caydıramadılar. Harp uzadıkça uzadı ve Mustafa Nuri Paşa gibi bir Osmanlı tarihçisinin deyimiyle; “Girit Devlet-i Aliyye’nin talimhane-i harbisi hükmüne girdi.”

Savaşlar, anlaşmalar derken, Girit sonunda 1692’de tamamıyla Osmanlı hakimiyetine alınmış oldu.

İslâm’la gelen huzur dönemi

Osmanlıların düzenli kayıtlarından, fethin ardından Girit halkı arasında yoğun bir ihtida süreci yaşandığı anlaşılmaktadır. Fetih esnasında veya sonrasında adaya gelen Osmanlı unsurlar ile adalılar arasında yapılan evliliklerin ihtida hareketlerine katkısı tartışılmaz özelliktedir. Yunan resmi tarihi telaşla aksini iddia etse de, sosyal bir hareket halini alan bu din değiştirme ve Türkleşme sürecinin zorlayıcı politikaların sonucu olduğuna dair ciddi bir işaret bulunmamaktadır. 30 Ocak 1923 tarihli Ahali Mübadelesi Sözleşmesi kapsamında Girit’ten Türkiye’ye gönderilen müslümanların, ana dil olarak Türkçe değil, Rumca konuşmaları buna delil gösterilebilir.

Osmanlılar adada can ve mal güvenliğini sağladıkları gibi, ahalinin mal ve mülküne de dokunmamışlardı. Böylece Girit hasardan ve tahripten kurtulmuş, asırlarca özlemi duyulan barış ve huzura kavuşmuştu. Türkler yerli halkın dinî yaşayış ve anlayışlarını rahatça yaşamalarına imkan tanıdılar. Dinî-ruhanî müesseselerini idarede onları serbest bıraktılar. İstedikleri gibi mektep açmalarına izin verdiler, adet ve ananelerine ilişmediler. Ana dillerini konuşmalarına müsaade ettiler.

Girit, Osmanlı Devleti’ne bağlı olduğu dönemde devrinin hakikaten en makul ve insaflı yönetim tarzıyla yönetilmiştir. Zirai ve iktisadi açıdan kalkınmış, halkının refahı sağlanmıştır. Osmanlılar zamanla vergilerde indirime bile gitmişlerdir. Bir buçuk asırlık bu dönem boyunca Girit geçmiş dönemlerde hiç tatmadığı mutluluğu, huzuru ve refahı tatmıştır.

İsyan modası ve kopuş

Ne yazık ki Çar Petro ile başlayıp gittikçe şiddetini arttıran Rus tahriki, Fransız İhtilali ile uyarılan milliyetçilik duyguları, Osmanlı Devleti’nin zayıflayan iç yönetimi Girit’in Rum halkını harekete geçirdi. 1821’lerden itibaren yerli Rum ahali Türk köy ve kasabalarına saldırmaya başladı. Bunun üzerine Osmanlı yönetimi Girit’i Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya havale etti. 1864’e kadar çeşitli gelgitler yaşandı. Girit’te ilk genel ayaklanma 1866’da vuku buldu. Rumlar kendiliklerinden geçici bir hükümet kurarak Girit’in Yunanistan’a ilhakını ilan ettiler. Bu onların gerçek niyetinin ne olduğunu gösteriyordu. Hakikaten Giritliler ve Yunanlılar, Osmanlı Devleti’nin bütün siyasi ve diplomatik imkanları kullanmasına rağmen Girit Adası’nı 30 Mayıs 1913 Londra ve 10 Ağustos 1913 Bükreş anlaşmaları ile Devlet-i Âliyye’den koparmayı başardılar.

Müslüman ahali bu süreç içinde adayı boşaltmayı tercih etmiştir. Zira can ve mal güvenliğine kavuşturdukları Giritlilerden canlarını ve mallarını koruyamaz hale gelmiştiler.

Kadim paradoks

Osmanlı’nın fethettiği yerlerde yaptığı gibi Girit’i imar etmek için uğraştığını, adayı bir baştan öbür başa hanlarla, hamamlarla, camilerle, şadırvanlarla, köprülerle, sebillerle, imaretlerle, külliyelerle… donattığını söylemeye gerek yok. Mehmet Ali Gökaçtı gibi araştırmacılar sayesinde bugün bu eserlerin hiç olmazsa yerlerini ve kalıntılarını bulup görmek mümkün olabilmektedir.

Beş asra yakın bir süre müslüman varlığıyla şereflenen adada bugün sınırlı sayıda müslümana rastlanabilir. Bazı camilerin depo, atölye ve sergi salonu olarak kullanılmasına, bazılarının da bomboş kapalı durmasına rağmen, bu müslümanlar bir apartmanın bodrum katında mescid açmayı başarmışlardır.

Bunca şeyden sonra yazımızı Giritle ilgili bir paradoksla noktalayabiliriz. Aslında doğru gibi görülen bir önerme veya fikir, bazen tamamen yanlış olabilir. Tam tersi de mümkündür. Yıllarca yanlış zannettiğimiz önerme ve fikirlerin, hesaplamaların doğru olduğunu görmek bizi şaşkınlığa ve hayrete düşürür. İşte buna paradoks denir. Paradokslar ilginçtir, eğlencelidir, öğreticidir, şaşırtıcıdır, zihin açıcıdır...

Tarihte bilinen ilk paradoks örneklerini Giritli Epimenides vermiştir. O ‘Bütün Giritliler yalancıdır!’ diyerek bizi çelişkiye düşürür. Şöyle ki, eğer gerçekten Giritliler yalancı ise kendisi de Giritli olduğuna göre o da yalancıdır. O halde yukarıdaki cümlesi de yalandır. Bu cümle yalan olduğuna göre doğrusu şöyle olmalıdır ‘Bütün Giritliler doğrucudur, doğru söyler.’ O halde söylediği doğrudur. Yani ‘Bütün Giritliler yalancıdır.’

Paradokslar, kendi içlerindeki çelişkiyle mantığa aykırı düşen yapılardır. Paradokslarda karşılaşılan sonuçlar, sonuçtan daha çok bir kısır döngü biçimindedir: Bir yerden başlarsınız ve daha sonuna varmadan başlangıç noktasına geri dönersiniz. Çelişkiler ya sizin sonuca varmanızı engeller ya da çelişkili sonuçlarla mantığınızı alt üst eder. Paradokslarda doğru da yoktur, yanlış da... Kısacası kesin bir yargıya ulaşmak mümkün değildir. Her zaman dönüp dolaşıp aynı yere varırsınız.

Bütün Giritliler yalancı mıdır, doğrucu mudur bilinmez. Zira bu bir paradokstur ama kesin olan bir şey vardır. O da Giritliler kendilerini Venedik zulmünden kurtaran, insanca bir hayata kavuşturan Osmanlı’ya karşı nankörlük etmişlerdir. Onlar kendilerine tarihi dönem içerisinde huzur ve sükun getiren Türk askerlerine ve ahalisine, ihtida eden ırkdaşlarına karşı işledikleri cinayetleri, soykırımı ve katliamı asla izah edemezler. Belki de asıl paradoks budur.

Girit ve Tirit

Girit’in fethine Sultan Birinci İbrahim zamanında başlanmış ama bu fetih girişimi uzun yıllar sürmüştü. Bu arada tahta çıkan Dördüncü Mehmed zamanında Sadrazam Fazıl Ahmet Paşa, Girit’i Osmanlı topraklarına katmayı başardı. Fakat fetih haberini padişaha haber vermek zordu. Zira Girit seferi hakkında bir türlü tatminkâr cevap alamayan Padişah, öfkelenerek bundan böyle Girit lafı edene çok büyük cezalar vereceğini söylemişti. Sonunda şöyle bir çözüm bulundu:
Akşamleyin padişaha takdim edilecek olan yemeklerin arasına, gümüş bir sahanın içine tirit konuldu. Kenarına da şöyle bir ibare yazdırıldı: “Sahanın içinde tirit, fetholundu nihayet Girit!”

Hanya'yı Konya'yı Anlamak

Girne’ye benzetilen Hanya, tarihi dokusunu yitirmemiş ender Girit şehirlerinden birisidir. Splanzia meydanında harika bir Osmanlı minaresi görünür. Yüz metre kadar yakınında ise, şimdi depo olarak kullanılan Küçük Hasan Paşa Camii ve minaresi vardır. Yat limanında kubbesi destek ayakları üzerinde durabilen minaresi yıkılmış Yalı Camii, Abdülhamid Han’ın bu limana yaptırdığı minare şeklindeki deniz feneri, Arkeoloji Müzesi’nin bahçesindeki Selçuklu tarzı kümbetli şadırvan ve eski Girit evlerinin bulunduğu Halepa semti hep Osmanlı’yı hatırlatır.
Kıyıda yürüyenler, taştan yapılmış sıra sıra hanların, kocaman “kubbe”lerinden, hangi kültüre ait olduklarını çıkarmaya çalışırlar. Adanın yerlileri de Hanya’nın “hanlar” anlamına geldiğini, bu taştan binaların da Osmanlı döneminden kaldığını anlatırlar. Her biri dev bir konser salonuna dönüştürülmüş “han”ların ötesinde ise Türk hamamları uzanır.

"Kâr istemeyiz, aldığımız fiyata satarız!"

Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa, Sultan Abdülaziz’in Fransa seyahatine katılan heyetteydi. Bir konuşma esnasında devrin imparatoru II. Napolyon ona yarı şaka, yarı ciddi sordu: “Paşa, Girit adasını kaça satarsınız?” Diplomasi dilinin üstadlarından birisi olan Keçecizâde cevabı yapıştırmakta gecikmedi: “Kâr istemeyiz, haşmetmeâb! Aldığımız fiyata satarız!” II. Napolyon sus pus oldu. Çünkü Osmanlı’nın Girit’i çeyrek asırlık bir savaş sonunda belki de binlerce şehidin kanı pahasına aldığını bilmez değildi.

Semerkand Dergisi
Ahmet MİROĞLU
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
GİRİT ADASI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: İslâm :: İslâmi Yazılar-
Buraya geçin: