Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Erken İhtiyarlayanlar!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Remzi
Tecrübeli Kullanıcı
Tecrübeli Kullanıcı
Remzi


Mesaj Sayısı : 41
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 04/08/06

Erken İhtiyarlayanlar! Empty
MesajKonu: Erken İhtiyarlayanlar!   Erken İhtiyarlayanlar! EmptyPaz 19 Kas. - 1:07

03.07.2006
Erken İhtiyarlayanlar!

Şüphesiz bununla fizikî ihtiyarla mayı kastetmiyorum. Bu tâbirle, bir zamanlar canlı, heyecanlı ve deli-dolu küheylanlar gibi(!) koşturan, ama bir dönem sonra bir şekilde soğuyup “ buz ” kesilen birtakım hissiz, duygusuz, sönük ve ne hâle geldiğinin farkında olmayan bahtsızları dile getirmek istiyorum. Biliyorum bu satırlarda çok küçük bir azınlıktan bahsedeceğim. Ancak bu, tedbir ve teyakkuz alınmazsa herkes için mukadder ve acı bir son olabilme ihtimalini de içermekte. Her ne kadar, sanki birileri îmâ ediliyor gibi gözükse de muhatap nefsimizdir; ve şefkatimiz îcâbı muhayyel bir kısım şahsiyetleri sarsıp bu merhamet atmosferine tekrar celbetme ameliyesidir. Vefâ ve uhuvvet toplumuna da zaten bu yakışır. Rabbimiz şâhit, herkesin zangır zangır titremesini gerektirecek bir mesele bu. Nefse güven yok. Sadece Rahmeti Sonsuz'un lütfu ve Kâinâtın Efendisi'nin şefâati sayesinde belki düşmeyiz, ümidindeyiz. “ Herkes yahşî men yaman ” türküleriyle büyütülmüş bir nesil olarak, bütün sonsuzluk yolcularının ellerinden öpmek bizler için şeref. Yoksa en büyük dert omuzlarımızdayken kimin âkıbetiyle uğraşalım ki! Belki de bu satırlar, belli zaman dilimlerinde müşâhede edilen onlarca örneğin bileşkesinden yansıyan bir ruh hâletinin eseridir.
Onlar, şimdilerde rûhen ihtiyar ! Hizmet, kazanma kuşağı, tohum atma mevsimi, ızdırap, omuzlardaki ihsan-ı ilâhi yükler… onlar için hiçbir anlam ifade etmiyor artık. Eski samimiyet ve heyecandan eser yok. Bir zamanlardaki disiplin ve enerjileri, birtakım seçkin vasıfları eriyip gitmiş. Dünya nimetleri, makam, mevki, para veya eş, onları değiştirmiş; kısacası dünya ağır basmış. Belki bir zamanlar bu, bütün insanlığı alâkadar eden önemli hareket vesilesiyle ufukları genişlemiş, gözleri açılmış. Ama şimdi gel gör ki, gözler, hiçbir zaman kapanmaması gereken kapıya kapanmış, ölçünün kaçırılmaması gereken “dünya”ya karşı da açıldıkça açılmış! “ Söyle Allah aşkına, bu yaptıkların bir yerlere gelebilmek için miydi! Şu hâlin onu göstermiyor mu! ” diyesi geliyor insanın, ama ne çâre!
Yaş seksene dayandığı halde hiç ihtiyarlamayan, gayretiyle gençlere taş çıkartan babayiğitler de yok değil. Ama o birileri… yolda giderken “ bir yerlere ”, “ bir şeylere ” takılıp tökezlemişler. Ayrılamıyorlar bir türlü. Kendilerine yük (halbuki bir zamanlar o yükler onlar için bir şeref ti) verecek birilerinden kaçıyorlar köşe bucak. Yaklaşmıyorlar bu tür aktivitelere. Sanki onlardan zarar göreceklermiş gibi bir halleri var. Aklın sıra kaşarlanmış gibi tavırlar. “ Biz bu işleri çok iyi biliriz! ” bencil mülâhazaları! Bunlardan bazıları, sonradan buldukları şatafatlı dünyaya öylesine yapışmışlar ki, sanki bu işin bir tarafından tutsalar dünya nimetlerini ellerinden kaçıracaklarmış gibi bir sevimsiz tavırdalar. Kimisini ararsın “ öyle meşgulüm ki… ” nefsî bahaneleriyle başlar söze. Kimisi, “ ben de fakirlere yardım yapıyorum! ” zihniyetinde. Ama ne yazık ki kendilerini kandırıyor, “ kaçak ”ları oynuyorlar. Bilmiyorlar ki “ kaçkın ” damgası yiyiyorlar!
Kimbilir bir zamanlar en ağır yüklerin (o yüklere can kurban) altında inim inimdiler. Ama bir taraftan hizmetin zevkiyle şevk ü târâb içinde mânen sefâ sürüyorlardı. Her akşam “ o çay senin , bu çay benim ” küheylanlar gibi koşmak onlar için zevkti. Birtakım yüce idealleri, gökkuşağı gibi rengarenk hayalleri vardı. Zaman ilerledi, onlar, irade ve gayretiyle o hayalleri besleyemedi, oluşturdukları kabuğun içini dolduramadılar. Bir zamanlar, ellerinden tutup getirdikleri bir çay namzetleri ne, bu uçsuz bucaksız masmavi dünyanın tanıtımıyla gözleri ışıl ışıldı. İlk küreği onlar sallıyor, ilk harcı duvara belki onlar vuruyorlardı. Birileri onların “alo!” demeleriyle ayakta kalıyor, heyecan içinde bu hayırlı işe sımsıkı sarılıyorlardı. Her şey böyle gidemezdi. Burası imtihan dünyasıydı. Öncekilerin başına gelenler, onların da başına gelmeden Cennet'e girmek ne mümkündü! İllâ ki imtihan içre imtihana tâbi tutulacaklardı. Hayatın kanunu böyleydi. Çünkü Cennet ucuz değildi. “ Bir şeyler yaptım, onu elde ettim, şimdi de köşeme çekileyim! ” denemezdi. Böyle bir mülâhaza şeytancaydı ve insanın ayağını kaydırabilirdi. Hayatın sonuna kadar bu kulvarda ölesiye koşulmalı ve ötelere bu hâlet-i rûhiyeyle yelken açılmalıydı. Maalesef böyle gitmedi. Bağ-u bahçeyi hazan vurdu. Aşk u şevk ve büyük idealler bir bir kurudu…
Şeytan boş durmayacaktı. Ya birisine “ gıcık! ” kaptıracak, ya bir aksilik, ya da bir eksikliği müşâhede edecek, ya birisi onun hâlâ eritemediği “ gururuna, onuruna! ” dokunacak.. ne bileyim işte bir şeyler olacak, ip bir yerden kopacaktı. İradesinin hakkını verip böyle bir kötü tâlihe “evet” dememeliydi. Ama olan oldu. Sadece “ bir şeyler ” oldu ve bu zavallı o “ bir şey ” çengeline takılıp kaldı. İmtihandı o. Ayrılamadı oradan. Yenileyemedi kendisini; fikrini, zikrini, ahd ü peymanını tazeleyemedi. İşte o melun yerde ve o meşum zamanda takılıp yollarda kaldı. Halbuki değer miydi? Değer miydi bunca emekten, onca terden sonra! Değer miydi bunca mesafeler aşılmışken! Allah yolunda hi zmeti kaybeden neyi kazanır ki? Onu kazanan neyi kaybeder ki? Halbuki kazandıkça kazanacak ve hem dünya hem de ötesini imar edeceklerdi. Ve birileri… evet kendisine görev düşen birileri durumdan vazife çıkaramadı. Onu, elinden tutup kaldıramadı. Onlar için de bu ayrı bir imtihandı. Bunun farkındaydılar, ya da değillerdi. Bilinmez. Ama işin özü, takılıp yollarda kaldı bir zamanların yiğit namzetleri!
Henüz yollar yakın. Her şey bitmiş değil. Son an ufukta belirmeden bu işi, bu bereketli yolculuk içerisinde bitirmek en hayırlısı. Ölüm eninde sonunda gelecek, herkes alâ küll-i hâl ölecek. Kaçış yok. Büyüklerimizin deyişiyle, bu işi son ana kadar götürmeli ve sırtımız bir şekilde “ bu uğurda terliyken ” ötelere göçmeliyiz. Ne kadar arzu ederdik, ya bir çay sohbetine giderken ötelere süzülüvermeyi; ya da bir namazın secdesinde kıvrım kıvrım iki büklümken yere yığılıvermeyi! Ne kadar arzu ederdik, birisine o Yüceler Yücesi'nden nağmeler dinletirken, ya da Efendiler Efendisi'ne doğru nazarları çevirirken, Hz. Azrâil'e selâm çakmayı! Böyle gidersek inşallah şefaate nâil olacağımızı ümid ederdik. Ama bilmem ki böylelerinde bunu anlayabilme hissi kaldı mı! Yoksa tamamen başkalaştılar mı? Bildiğim bir şey var: Hâlâ hizmet hisleri ölmeyenlere çok şey düşüyor. Başkalaşmamak, kaynaktan ayrılmamak. Hizmetin derdini her an sırtta hissetmek ve bu çerçevede adımları temkinle atmak. Yazmak, çizmek, kitaplar neşretmek çözüm değil a dostum! Önemli olan hizmetin derdini-tasasını-yükünü çekebilmek. Kitaplar içinde boğulanlar gördük. Ama on dakika konuşsanız hizmet adına zerre kadar tasası olmadığına şâhit olur, her şeyi ticarete döktüğünü müşâhede ederdiniz. Ve kendinizi sorgulamaya başlardınız, kim yanlış yapıyor diye!
Birileri yanlış yapıyor, kesin. İşte Sahabe Efendilerimiz, işte Ebû Akîl, işte Ebû Bekir, işte Hâlid b. Velid ve daha niceleri… Ya onlar doğru yapıyor, ya o birileri. Onların yanlış yapma şansı çok az. Öyleyse bizler onlara benzemeliyiz. Bu işi gerçekten ihlâs ile sürdürenler, yani ihtiyarlamayanlar, lüks arabalar, son model dayalı döşeli katlarda yapmıyorlar bu işi. Üç ayda bir araba değiştirerek hizmet edileceğini asla düşünmüyorlar. Akşama kadar telefon, ev, araba, elektronik eşya muhabbetiyle geçirmiyorlar zamanlarını. Böyle öğrenildi, böyle gitti, böyle gidecek. Hani dünyalık yüklerimiz bile olmadan, ötelere kuş gibi uçuverelim denmemiş miydi? Yoksa yanlış mı hatırlıyoruz? Ötelerden müjde de almadığımıza göre değişen kim? Anlamak mümkün değil, doğrusu! Hizmet çileyle, ızdırapla, yükü sırtta hissetmekle olurdu. Öndekilerden böyle görülmüştü. Şimdilerde dünyanın dört bir yakasında at koşturan “ önden giden atlılar ”da da bu görülmekte. Fazla teferruata ne hacet! Yorumsuz şekilde büyüklerin yaşantısına, tavsiyelerine bakmak herhalde en kestirmesi. İşte eserler ortada! Henüz o zamanlar bitmedi, gül devri gelmedi. Ve hâlâ derd ü ızdırab çekilecek o kadar mesele var ki!
Hizmetin mevsimleri vardır. O mevsim müntesiplerince çok iyi bilinir ve bellenir. O dönem iş yapma, tohum atma dönemidir. Her dönemin ızdırabını yaşamayanlar acaba neyi beklerler? İki satır yazı yazmakla, üç kitap basmakla, bir zamanlar yaptığı üç beş fedâkârlığa güvenip yan gelip yatmakla, her şeyin masaüstü ve otomatik hâle getirildiği bir dünyada acaba hangi ızdıraptan, hangi iman-Kur'an hizmetinden bahsedilebilir! Allah aşkına, “ profesyonelleşen bir dünyada yaşıyoruz ” demeyelim! Aksini söyleyen yok! Ama bir zihniyet ten, bir ızdıraptan, bir paylaşmadan dem vuruyoruz. Birisinin sırtına yükler konunca ona dua etmeden bahsediyoruz. Bir vurdumduymazın, bu kudsî yüke karşı “ boşver! ” tavırlarıyla yüz buruşturmasının sevimsizliğini yeriyoruz.
Hayır, burası çıkmaz sokak! Bu işin başındaki ızdırap insanına bir zaman sorulan bir sorunun müthiş cevabıyla meseleyi noktalayalım. Birileri sormuştu, nasıl kurtulacağız bu şartlarda diye. Şöyle cevap vermişti meâlen, o hiç pörsümeyen ızdırap, yenilik ve hizmet insanı: “ Her zaman hizmetin debisinin yüksek olduğu yerde bulunun. Hizmetin gürül gürül, köpük köpük aktığı yerden asla ayrılmayın. Hizmetin derdini tasasını yükünü hep siz taşıyın ve sırtınızda olanca ağırlığıyla hissedin. Ve bu halinizle kendinizi garantide görmeyin ama kurtulacağınıza da ümitvâr olun. İnşallah kurtulursunuz. ” Mesele işte böyle! Kıyıda köşede kaçamak durmak değil; derdin yükünü veya yükün derdini çekmektir önemli olan. Hâlikın atiyyelerini matiyyeleri taşırmış . Hâlikın matiyyesi olabilmek, işte en mühim mesele. Bu fırsat şu an elimizde. Kaçamak yapanıyla, bu işe ölümüne sarılanıyla herkesin elinde. Ama bilinmeli ki işin şakası yok. Değerlendirene ne mutlu! Atiyye, ihsan-ı ilâhî tarafından omuzlara konmuş yüklerdir. Koyana ruhlarımız fedâ! Ama mesele, o atiyyelere lâyık matiyye olabilmede düğümlenmekte.
Rabbim bizleri hiç pörsütmesin, ihtiyarlatmasın. Aşk u şevkten ayırmasın. Hâlikın atiyyelerini taşıyan matiyyeler olmayı en büyük şeref bildirsin. Görevimiz her an kendimizi canlı tutmak, düşenlerin elinden de bir şekilde tutmaktır. (Bu bağlamda , Fasıl- 3'teki Hasret Solukları isimli, konumuzla ilgili ve çok önemli parçanın okunmasını da öneririm!).

Bayram Kusursuz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Erken İhtiyarlayanlar!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: İslâm :: İslâmi Yazılar-
Buraya geçin: