Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Sait Faik 100 Yaşında

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Remzi
Tecrübeli Kullanıcı
Tecrübeli Kullanıcı
Remzi


Mesaj Sayısı : 41
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 04/08/06

Sait Faik 100 Yaşında Empty
MesajKonu: Sait Faik 100 Yaşında   Sait Faik 100 Yaşında EmptyPaz 19 Kas. - 0:21

Sait Faik 100 yaşında


Bugün; Sarnıç'ın, Semaver'in, Son Kuşlar'ın, Lüzumsuz Adam'ın yazarı Sait Faik Abasıyanık'ın 100. doğum günü. 1954'te aramızdan ayrılan Sait Faik, gösterişten uzak, sıradan bir adam olarak yaşadı; ama kendinden sonra gelen bütün kuşakların ustası oldu.



Sait Faik 100 Yaşında Kultur


Sait Faik'in (18 Kasım 1906-11 Mayıs 1954) yüzüncü doğum yılından söz etmek, bir bakıma, 'öykü'nün onlarca yılından ve yüzünden konuşmaktır. Bir 'şiir'inde dediği gibi, bize öykülerden bir 'sofra kurdu' o. Şiiri tırnağa alıyorum çünkü Sait Faik şiir değil, şiirsel metinler yazdı. Ama öyküsü de yaşamın özündeki şiirin ışıl ışıl belirdiği bir dile sahipti. Hikâye-öykü tartışmasına girmek istemem. Lakin bir iz üzerinde yürümek veya bir patika keşfetmek, hatta dizboyu karda, ayak değmemiş bir ormanda yol bulmaktan başka bir şey değildir hikâye de öykü de. Bir yola girmek ve bir izi takip ederek yürümek, yolun sonuçta bir yerlere ereceği umuduyla yürümek� Öyküyü böyle tanımlarım. Öykünmek taklit etmektir, doğru lakin ne denli 'yaratıcı' olursak olalım, Abasıyanık'ın dediği gibi: 'bizden bütün peşin hükümler sıyrılmaz'. Bu yüzden, belki bir gökyüzü gibi mavi değilizdir her zaman. Aydınlık olabiliriz� Ama öykücünün belirttiği üzere, 'yalnız bendeki rüya / bendeki malihülya / o mavi gökyüzünü / o yeşil çimeni / o çiçek açmış / şeftali ağacını' göremez.
Damıtılmış, yalın bir dil kurdu
Sait Faik, hep söylenegelir, modern öykü geleneğimizin iki büyük damarı olan Ömer Seyfeddin ile Sabahattin Ali dışında yeni, canlı ve özgül bir 'dil'in adıdır. Bu yargıya katılmamak güçtür. Sait Faik, dili öylesine damıtmış, o denli yalınlaştırmıştır ki, bize hep bir şey anlatmıyormuş hissi uyandırarak anlatır. O kadar çok şey anlatır ki, o sadelik ve duruluk, kalbimize açtığı insan sofralarının sıcaklığıyla bizi derin bir umutsuzluğun içinden çekip çıkarır. Peki nereye çıkarır? Sorun da tam buradadır. Çıktığımız yer, Abasıyanık'ın son soyut öykülerindeki gibi küçülüp bir cebe giren, bir köprünün üzerinde yürürken ansızın gözden yiten ve nice zaman sonra bir çimenlikte uç uç böceği olarak beliren, evsiz barksız, Ada meyhanelerinin birinde bir Rum çapkınının hazin ölüm hikâyesini anlatırken yine gözden yiten ve kendisini bir Rum dilberinin koynunda sızmış bir halde bulan handiyse bir haz göletinin bulanık sularıdır, tam bulduğu anda yitirmiş olduğunu görmenin sızısıdır, bir türlü içimizin doldurulamayan o muazzam boşluğu, hatta nihil'dir.
Sait Faik'te bu yüzden hep bir nihilistik yan bulurum, okurken, 'Eee noldu şimdi? Nereye çıktı yolumuz?' sorusuyla karşılaşırım. Öykü bizi bir yere çıkarmaz, bizim elimizden tutmaz düşüncesini sevimli bulduğumu söyleyemem. Bunu Sait Faik gibi bir öncüye, hasbi bir anlatıcıya haksızlık olarak da görürüm. Ne var ki, hele Merkez Efendi'nin İstanbul'unda sadece 'mum bacaklı', 'şarap renkli', Boşnakça konuşan veya Rumca şarkı söyleyen sarhoş ve şehvetli kadınlar yaşamaz. İstanbul'un ruhu dendiğinde, bunu, kozmopolit bir kent olarak İstanbul'un realist fotoğrafı biçiminde anlamak da mümkündür, Fatih'in rüyası olarak da. Ama bir öyküden ve öykücüden söz edildikte, bu hele Sait Faik gibi, her okuryazarın ilk emziricisi ise, sözü biraz sakınmak gerekir. Sait Faik ne sadece Son Kuşlar'dır, ne de Medar-ı Maişet Motoru. Öykünün (roman mı demeli?) sonunda durum o kadar yalın dile gelir ki� 'Hikmet artık ayılmıştı. İçinde, yalnız hafif bir korku, açlığa benzeyen bir eziklik vardı. Yarı kopmuş bir ekmekten kopardı, bir destiden su içti, tükürdü. Babası, yağlı bir direkten boyuna kayıyordu. Kendisinin medar-ı maişet motoru batmıştı.'
Bu yalınlığı Mustafa Kutlu son kitaplarıyla hayli taçlandırdı, üstelik İstanbul'u Merkez Efendi'nin ruhunun içinden geçmiş yanlarıyla görerek. Sait Faik'in Semaver ve Sarnıç'ıyla öykü dilimiz iyiden iyiye bir insan sıcağının, (çayın içindeki karanfil kokusu gibi) buğusuna kavuşmuştur. Buradaki büyü, onun 'insanı sevmekle başlayacak her şey' inancındaki muhabbettir. 'Muhabbet bir varlıktır', diyor halk şairi. Sait Faik'in belki de bütün varlığı budur. Bu tükenmez bir varlıktır, doğrudur, Üçüncü Mevki'de seyahat eden, sahilde bulduğu izmariti alıp yakarak dumanını keyifli keyifli savuran, güneş doğunca elindeki aynanın ve gözlerinin içinde oynayan ve perdeyi çekenlerin varlığı değildir sadece. Her sevgi O'ndandır ama O'na yönelik/ait değildir. Doğrultusu O'na olmayan bir muhabbet, daima, 'bir de rakı şişesinde balık olsam' hayaliyle çürümeye yüz tutabilir. Sait Faik'in bizce en değerli yanı, kendisini, toprağı çiğneyen her canlıdan daha aşağı görmesidir. Alçakgönüllülüğü, egosantrik hayalciliğin pençesinde kıvranan ve birer ego anıtına dönüşen ve bunu, 'sanatçı her şeyden önce kişiliktir, benliktir' palavrasına sarıp sarmalayanların ders alması gereken düzeydedir. Sanatçı kaliteleri bakımından Sait Faik'i ayrıcalıklı kılan bir 'pennier' gibi yaşaması ve yaşamın aldatıcı görünümlerine değer vermemesi, yaygın ve egemen nosyonları köktenci biçimde dışlaması, 'küçük' insanın, sokaktaki adamın, herkesin, her şeyin öyküsünü anlamlı ve kıymetli bulması ve onları anlatırken alabildiğine duyarlı davranması ve nihayet bütün bunları şaşırtıcı bir sadelikte anlatabilir/okunabilir hale getirmesidir. Şehri Unutan Adam öyküsündeki gibi, şehri terk etmiş ve 'çoktandır şehre inmeyen' bir adamın hayretiyle bakar karşılaştığı ilk insana. Tuhaftır, o da bir küfeci çocuktur çoğu zaman. Kuş yemi de satabilir simit de� veya bankta pastırma yazı güneşiyle sırtını ısıtmaya çalışan bir berduş da.
İyimserliğin ve umudun öyküsü
Sait Faik, bütün öykülerinde, kendi ifadesiyle, 'dünyayı ve şehri riyasız kucaklamak' istemiştir. Onun bütün yazılarının, anlatı, roman ve şiirlerinin özeti budur. Şehri Unutan Adam, Sait Faik'in, belki de en öznel anlatısıdır. Wıttgenstein, 'Sözcükler eylemlerdir.' der. Bu önermeyi doğrular Sait Faik'in öyküleri. Toplumun en çürümüş, yaralı ve çözük yanlarını gören biri olmasına rağmen, olağanüstü bir 'iyimserlik' ve umut vardır onda. Sözgelimi bir kış tasviri şöyle başlar: 'Kış, güzel şeydir. Tabiat yemişleri, mahsulleri, kuşları ve arılarıyla insanların saadeti için çalıştığı gün mevsimler ne güzeldir! Çalışan bir insan için kış, bir ılık su, yaz, bir serin vantilatördür. Kış, saadetimizi tamamlamak için geliyor...' Eğretileme, teşbih, temsil kullanmaksızın yaşamın gizlerini dolaysız biçimde bulur çıkarır. İlk yazısının 'Uçurtma' olması şaşırtıcı değildir.
Dili zaman zaman dağılsa da, Sait Faik, bize 'an'ın hikâyesini yani öyküyü yeniden keşfettiren, tanıtan, bir yol açan ve olağan dünyada yitirdiklerimizi, hayatın sırları içinde arayan ve bulan bir yazardır.
[SAİT FAİK ÖDÜLLÜ ÖYKÜCÜLER, USTALARINI ANLATIYOR]
NECATİ TOSUNER: 43 yıldır öykü yazan biri olarak, Sait Faik'in 100. doğum gününde genç yazara seslenmek isterim. Yazar olmak istiyorsan, yazmayı öğrenmen gerekir. Bunu da başka yazarlardan öğrenirsin. Onları okuyarak öğrenirsin. Kimse sana öğretmez sen öğrenirsin. Yaza yaza öğrenirsin. Yazdığını hemen beğendin mi işin zor. Yazdıklarının yetkinliğinden kuşku duymayı başaramıyorsan kendine yazık edersin. Varsa, yeteneğin de seni kurtaramaz. Yetenekten ben şunu anlıyorum. Lise öğrencisiyken bir 'İpekli Mendil'i yazabilmek. Güzel. Peki Sait Faik'i Sait Faik yapan sadece bu yetenek midir?Lüzumsuz adam olmayı göze alırsan, yıllarını yazmaya verirsen 48 yaşında ölsen bile bir Sait Faik olursun. Ama Sait Faik için iş daha kolaydı. Çünkü, kendisinden önce gelmiş bir Sait Faik yoktu.
MURAT GÜLSOY: Modern Türk edebiyatı kiminle başlar diye bir soru sorulduğunda sayabileceğimiz birkaç yazardan biridir Sait Faik. Onun etkisinde kalmamış bir yazarımız olduğunu sanmıyorum. Aşılmış bir yazar da değil. Sadece Türkçeyi kullanması, hikaye anlatma şeklinin ötesinde bir edebiyatçının sahip olması gereken iç görüye ve bu içe bakışla kendi içinde bulunduğu evrensel insanlık duyumunun yansıtma karşısında son derece yetkin orijinal bir yazardır. Her kuşak Sait Faik'i zevkle okumaya devam edecektir. Sait Faik'in bir yanı da kolay okunmasıdır. Zorlamaz okurunu. Bir anlaşılırlık kaygısı güttüğünü düşünüyor. Okuru ile çok sıcak temasta olan bir yazar.
REFİK ALGAN: Sait Faik'in Türk Hikayesindeki yeri dendiği zaman, Sait Faik'in yapmadığı iki büyük yanlış da geliyor insanın aklına. Herşeyden önce, kendisinde bir sanatçılık ya da yazarlık yetkisi bulunduğu zannı ile hareket etmemiş, içinde bulunmadığı ve yaşamadığı bazı gerçekleri malzeme olarak kullanmak hakkını kendisinde görmemiş, onları bir sanat yapıtı olarak sunmaya kalkışmamıştır. İkinci olarak da Sait Faik'in belirli reçetelere başvurmadığını, bir edebiyat türü olarak "Hikaye"yi belirli kalıplar içinde tutsak kalmaktan uzak tuttuğunu söyleyebiliriz. Gözlüklü birisi pek de anlayamadığı uzaklara bakarken gözlüğünün camını düşünmez ya da görmezken, Sait Faik herkesin her an gözünün önünde olan, ama göremediğimiz sıradan eşyalar, olaylar ve durumlardaki hikayeyi göstermeyi başarmıştır. Onun "Projektörcü" hikayesindekine benzer bir biçimde günlük hayatın içindeki şiire ışık tutmuştur.
BAŞAR BAŞARIR: Sait Faik bir romanın kahramanı. Hatta bir çizgi romanın. Kendisi dışındaki her şey ve herkes çizgilerden ibaret. Ama Sait Faik gerçek. Çevresine çiziktirilmiş her şeyin ve herkesin arasından yürüyüp geçerken, yüzünde Helenik bir ifadeyle, Sait Faik yalnız ve uzak. Başka bir şey. O kadar başka ki, ancak bir hayal olabilir. Oysa değil. Sadece şu: Abasıyanık. Bir meçhul insan anıtı. Varoluşu ve tüm oluşlarıyla bir estetik, sanata dair, güzel. Çilenin üzerine üzerine yürüyen, metadan kopuk, duyuşlar adamı. Sadece yazarak ayakta kalmak adında bir de büyük marifeti var. Sanatını bir libas gibi kuşanmış, onun içinde iyi, ancak orada kendi. Ve öylesine kendi ki, öncesine baktığınzda hiç benzer bir şey göstermeyen münhasır bir bütün. Çamurlara bulanmış günlüğünde bile tertemiz, pırıltılı. Benim zihnimdeki Sait Faik bu. Belki eserinden daha çok şahsıyla ilgili bir imge. Aramızda yarım asır oldu hep. Ondan neredeyse elli yıl sonra aynı lisenin kapısından girmişim. Belki de bir günün aynı saatlerinde gözlerimi yüksek tavanların o aynı köşesine takıp hayaller kurmuşum. Çıktığımız yokuşun kaldırım taşları, tökezleyip düştüğümüz merdivenin mermerleri ikimizi de aynı yerden tanıyor. Kaleme müebbet, satıra müptela. Ölümünün ellinci senesinde bana onun adını taşıyan bir kutlu emaneti verdiler. Ama ben onun gibi değilim, elbette ki beceremem, istemem de. Çünkü eseri çok ayrı bir fasıl. Hiçbir zaman altından kalkamayacağım, işin aslı hiç özenmediğim bir yazıdır onunki. Ama bu çağda hâlâ çok büyük. İnanmıyorsanız, yüzüne bakın, o son tebessümüne.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sait Faik 100 Yaşında
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Hayat-Yaşam :: Kültür-Sanat-
Buraya geçin: