Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


 
AnasayfaAnasayfa  AramaArama  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 HÜRCAN BOSNA

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Hasan Mostar
Kullanıcı
Kullanıcı



Mesaj Sayısı : 12
Localisation : YALOVA-MERKEZ
Kayıt tarihi : 02/08/06

HÜRCAN BOSNA Empty
MesajKonu: HÜRCAN BOSNA   HÜRCAN BOSNA EmptyPaz 29 Tem. - 16:30

HÜRCAN BOSNA
Hasan Mostar
hmostar@hotmail.com

“2 Temmuz 2007 günü köln’den lady Jill’den bir haber geldi, sancıyor yüreğim,şeker leb dilber şirin zebanıma yürek sahibi herkesten Allah rızası için dua istirham ediyorum!”

“Acaba çok bekleyecek miyim?” dedi içinden Barlas Pastanesi’ne girerken.Camlardan uzak, o huzur bulduğu kuytu-kalabalık köşeye oturdu her zamanki gibi..Ali Yavuz elinde iki tabakla yanından geçerken -hiç eksik olmayan tebessüm harmanı yüzüyle- göz göze geldiler; şimşek gibi bir göz kırpıp, “Ağlama kurban” dedi!

İçinin derin hüznü hep yüzündeydi!. Kendisiyle müsemma olan hüznüne izafeten çoğu kişi onu, “gözü yaşlı kurban” adıyla bilirdi!.Gerçek adını bilmiyenlerin sayısı o kadar çok ki!..

Kendini içine aldı,içinin içine girdi!.
“Geliyor işte,kızıl buzağı yedeğinde!.”
Bu sesi ondan başkası duymamıştı, çünkü ondan başkasına bu söz söylenmemişti zaten!.. Sola doğru şöyle yarım dönüp bakınca buzağın çayırda bağlandığı upuzun ipin uzunluğunca –neredeyse- tutmuştu; gün ortasında tepeden gelen yakıcı bahar güneşin altında ölgün adımlara yüklü rehavetli, yorgunca bedeni yavaşça deviniyordu!..

Koyu sarı saçları alev alev yanıyor gibiydi güneş ışınlarında!..Kaşla göz arasında yüzüne bakmıştı;sonra biraz daha uzun süre ve dikkatlice tekrar baktı; burnu yine , her marttan yaz ortasına kadar yanık ve kaşağımış kadife izlenimi veren cildinin kirazı da çağrıştırdığını görünce, derinden tebessüm etti!.

Kalbi ; her gün aynı yerde ve aynı saatlerde hep aynı ritimle yine farklı atmaya başlamıştı!..Ruhunun gök kubbesinde , “bu ne tatlı bela!” , diye yankılandı kalbi!..Bu haline gizli gizli kızıyordu da bir yönüyle!. Gereksiz yerde heyecan ve gereksiz yerde dil tutukluluğu acziyetin ifadesi değilse nedir?Gereksiz yerde miydi gerçekten heyecan ve dil tutukluluğu?

Derin yatağında uyuyan denizin ansızın çöşup rüzgarın kanatlarında gelip rıhtıma fırtına çarpması gibi olurdu hep yüreği!..İri,akı ak; belirgin,derin mavisiyle gözlerinde kaptan-ı derya Barbaros’un filoları geçit merasiminde zafer topları atıyordu,yürek yürek!..Avdiç Ahmet Dedo’nun yüzünün peçesi ak sakalı ve yasin suretinde yumuk gözleriyle, “hayy hakk” diyen yüzü göründü!!..

İşte karşıkarşıyasın zeytine ne var?. Topu topu bir-iki metre,daha fazla değil!..O senden daha cesur,daha yürekli!..Anılar bir yol gibi uzadı içinde!..Caddedeki devinime baktı bir süre dalgın dalgın!..Hatifane bir çavlan aktı yüreğine: “Dişleri olan anahtarın varsa cennet bahçesinin kapısı açılır,yoksa kapalı kalır,açılmaz!.”

Diz boyunca yeşil otlara bir halı içselliğiyle diz üstü çöküp oturdu!.Derin bir tebessümü yüzüne bastırarak bakarken elleri zeytin ağacına uzanmış urganı bağlama devinimindeyken birden vaz geçti!.

“Meraba”dedi!..

Her zaman böyle olduğu için kendi kendine kızdı yine!.. İçinin uçsuz boşluğunda, “odun adam!.Hergele!” diye yankılandı!. “Bir sefer olsun önce sen meraba desen ya!..Dilin mi kopar? Budala sende!”.

Konuşmanın en güzeli tebessümle sağlanır aslında!.. İçten tebessüm varsa anlaşma da vardır!..Böylesi ahvalde züğürt tesellisiyle tevil edilirse de bu , o da gülüyordu , al var kalbim senin olsun, der gibi!

“Meraba” dedi o da!

Çok zayıf ve gizli, o kadar da ürkek bir alay vardı bu meraba deyişinde!.İri gözleri daha da irileşti sanki!.. Duru , mavi gözbebekleri latif bir koyun çırpıntılı dalgalarını,eğleşen suyun sükunetini çağrıştırırken uzun kirpikleri ansızın ardı ardına kırpıştı!.Önce zeytine,sonra yanıbaşında orta boy genç ve gürbüz kiraza kısa bakışlar attı.

“Sen” dedi, “zeytin mi yoksa kiraz mı seversin?”

Sebebini pek bilmediği bir gülme sıkıştırıyordu içinden , onu baskılayarak tebessümün kucağına attı kendini!

“Şimdilik kirazı” dedi!..
“Böyle bir günde sevilmez mi?” diye teyit etti!.O cevap vermedi, bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyordu ama tebessümünü genişleterek konuşma yerine bıraktı!.

“Zelüşka, ne zabovlaj se” dedi annesi, cap-canlı ve hızlı adımlarla yürüyerek geçerken!.O, hiç karşılık vermedi!. Oturduğu çimenlerde dönüp annesinin arkasından baktı bir süre sadece!.. Hızlı yürüyüşünü yadırgadı annesinin!. Gülen yüzünden , mimiklerinden anlaşılıyordu bu!.

“Majka ti sve leti!”dedi, giden kadını kaş ve gözlerini peşinden uzatarak gösterdi!.

“Doğru” dedi, “İşi asla bitmiyor!..Onunla yarışan kaybeder , hali biter!..”

Derinden ; sancılı bir iç çekti!.. Merdivenlerin ilk sahanlığında,taş duvarın üstünde kalın, yarısı yanık mertek ile amel edilmeyeceğini nereden bilsindi ; o demde tazelik, serde gençlik, doğru söyleyişle tecrübesizlik, daha da doğrusu bilgisizlik,en doğrusu kendini bilmezlik,kendini okuyamamak,bu okuyamama ümmilik değil elbette, anahtarının dişi olmaması,dişsiz anahtar kapı açamazdı,okuyamadığı buydu!.. Ötekisi kendisi,rüyanın bir gölge olduğunu öğrendiğin de kuşluk vakti çoktan geçmiş, gün doğmuş,üveyikler uçmuştu!.Atasına,dedesine,babasına; yedi kuşak sülalesine hınçla doldu!.

“Kolay gelsin!.”
Sesi cinsine has, öylesine has ki , her sesin bir yüzü vardır sözünün somut kanıtıydı bu!.Sesin sahibini çok iyi ve kuşkusuz tanımasına rağmen tanımayan bir hal ve devinimle,önü alınamayan bir insiyakla dönüp baktı, dalların gürlüğü,yapraklarının birbirinin önüne ve kesif bir şekilde oluşmasından berrak bir görünüm kazanamayınca yukarı dalda duran ayağını alt daldaki ayağının ucuna yakın yere basıp eğildi,uzun dört ana dalın arasından seyrek küçük dalların görünümünden gözgöze geldiler!..Yine derin mavi bakış,yine tebessüm meltemi yüzünde!..

“Sen miydin?dedi tecahul-i arifanede yekta bir tavırla!.

İçi içine sığmıyordu!..O anlık sevincin gönencindeydi!.
Zira yakınlığın kimi zaman çok uzaklık arzettiğini en iyisini o biliyordu!. Bu yakınlık tam ters orantılıydı ve bu nedenle o nispette iç burgaçlayıcıydı!.. O denli yakıcı bir sır da idi!. İki eşik arası mesafe kutuplar arası kadar uzaktı bu!..Yani yürek uçurumu, gönül körlüğü ve yakıcı alıklık!..

“Bu elma dağ gibi büyük, tek kişinin meyvesini toplaması sıkıcı olur, bu yüzden geldim, yardımcıya ihtiyacın var mı?”

Bir an dönüp dönmemekte tereddüt etti,ama irade pek karışmıyordu bu meyanda!..Ve dönüp baktı,gözlerle konuştular upuzun yüreklere dek!. Kalbin lisanı gözler sohbetteyse dil lal olur,şimdi de aynen öyle olmuştu!..

Sorunun sahibi cesur olduğu kadar muhatabı o denli ürkek ; zira atlanacak hendeği, köprüsüz uçurumları , gönülleri yutan grabenleri ondan başkası da göremiyordu!.Sorunun cevabını da muhatabının hükmünü kapsamıyordu zaten,yakın olmak isteğinin sesli gerekçesiydi bu!.

“Pitala sam aca Hamdiju , spremijo me ye kot te be da ti pomozem!” dedi!.

Gülerken hep olduğu gibi uzun açık kestane renkli kirpiklerini kırpıştırdı!..Ve bir karşılık beklemeden kalın gövdeli elmanın boyuna göre yere en yakın dallarından sağ eliyle tutunup meyve kovasının kancasını bir üst dala sol eliyle asarken,ayak uçlarına iyice dikildi, yükseldi olanca gayretle;zor taktı kancayı nihayette!.

Yapılı vücudundan beklenmeyen bir çeviklikle,bir ceylan heyecanı ve hafiflikle daldan dala sıçrayarak yükseldi!. Ta yakınına, en yakınına ; o güne dek ve bir daha hiç o denli yakına gelmedikleri kadar yakın oldular!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hasan Mostar
Kullanıcı
Kullanıcı



Mesaj Sayısı : 12
Localisation : YALOVA-MERKEZ
Kayıt tarihi : 02/08/06

HÜRCAN BOSNA Empty
MesajKonu: Geri: HÜRCAN BOSNA   HÜRCAN BOSNA EmptyPaz 29 Tem. - 16:32

“Al yesene halamın oğlu” dedi , gölgede kalmış,yeşili çok, az pembe bir elma alıp uzattı! “Ben bunları severim sen de seviyor musun? Tepede olanları güneş erkenden olgunlaştırıyor, pek tadı iyi değil onların değil mi?”

Elmayı alacakken, “dur” dedi, “sileyim;buğusu var,toz da!.” Sonra öyle doğal,öyle safi bir dişi yüreğin devinimleriyle elmayı sildi,elinde döndürüp baktıktan sonra, “Tamam,oldu işte,al ye” dedi yine,kalbini veriyordu sanki!..

Elmayı aldı..Elinde bir süre tutup baktıktan sonra ağzının suyu akarken bir ısırdı, bir ısırım az geldi bir sefer daha!..Yine suskunluğu gelip yakalamıştı ; bir şey demedi,bir şey söylemedi!.Burgaçlı içinin sancılarına sükut palanını vuruyordu hep!.

“Kurban, Ömer daldın , gidiyorsun” dedi Ali Yavuz yanından geçerken omzundan tutup hafifçe sıktı,dönüp baktı ve yine, “daldın,bugün kurban bayramı 2002 haberin var mı?!..Hava güneşli,sıcak mı sıcak,sen üşüyorsun birde!.” Sözünün gereksizliğini anlamış ihsasıyla, “ dalıp dalıp gidiyorsun, şey yazıyorsun diyecektim” diye tevil getirdi Ali Yavuz ve kendine bir derinlik atfetmek amacıyla, “sen ve birkaç dostumuz pek uzun ömürlü olacağınızı sanmıyorum,bilinmedik galaksilerdesiniz sürekli!.”

“Bıraksan da dalsak ; ateşe perde hurmalıklarda dolaşıyorum ve dönüp dönüp Gulam Generallere kucaklar dolusu taş taşıyorum, Drina’da abdest alıyor,Çeçenistan’da sabah namazı kılıyorum , Keşmir’de yara sarıyorum!” dedi Ali Yavuz’a.

Ali Yavuz,cam gibi ; şeffaf incecik eldivenlerini ellerinden sıyırıp çöpe attıktan sonra demli iki çayla gelip oturdu..Ömer’in çayını önüne sürerken masada duran sayfalar dolusu metne elini uzattığın da diğeri kuvvetle eliyle bastırdı , izin vermedi!.

“Çıkıntıları yapmışsın, bitmiş gibi” dedi Ali Yavuz.

“Bitmedi ama , hala yoğruyorum”diye cevap verdi.

“Seninkiler halen görünürde yok, geç kaldılar ; çoğunlukla yaptıkları gibi!”

Birer çay içimlik sürede güncel konuşmanın ardından Ali Yavuz kalktı. Dostça birbirini ödüllendirdiler tebessüm sadakasıyla!…Sonra içine ; ta içine,en içine döndü yine!..Derin bir iç çekti, “ağlamak ne güzel” dedi kendi kendine, “ağlamak ne kadar güze!”

“Enis” dedi, “Sana bir şey sormak istiyorum ,istersen cevap verme, israr etmem ama söylemek istiyorsan ne olur lütfen hepsini , her şeyi söyleyin!”

Ürktü,ama belli etmedi,kahkahaya yakın güldü!..

“Neyi söyleyeceğim bona!.”
İkisi yer değiştirmiş gibiydiler sanki ; hüzünlü ve yüzü dalgın olan,kıpır kıpır gözleri ve derin tebessümlü yüzü olanın yerine ; öteki onun yerine geçmişti!. Göğüs kafesinin sol yanına kaburgaların üstüne bastırdı elini,orada tuttu bir süre ve bir duvar kadar yerinde ağır duran Enis’i kımıldatmak amacıyla kuvvetle itti,bıraktı ve sonra yine itti!..

“İşte burada,burada ne var ne yok hepsini bana anlattır mısın?. Çok merak ediyorum!” dedi.

“Belli değil mi? Beşiroviç Hoca’nın Muyo ne dedi sana?”

“Hiç!..Önemli değil artık,hem eskidi , eski zamanda kaldı,unuttum bile!”

“Hangi eski zamanda!.Yokuş yukarı vira huu zaman mı?.Zirvedeki zaman mı?.Yoksa teker-meker yokuş aşağı mı?.Vadilerin zamanı mı?.Yoksa ovaların zamanı mı?..Grabenlerin,deryaların ; çöllerin zamanı mı?.”

Bir an düşündü, sonra gerekli diye kızgınlık tavrı aldı!. Enis’in bu tavrına kuzu kuzu sessiz kaldığını görünce, “Ama” dedi, “niçin anlaşılmaz sözler söylüyorsun? Anlaşılmaz sözleri hep Avdiç Ahmet Dedo’dan öğreniyorsunuz,değil mi?..Ağabim de öyle!.Annem sıkça paylıyor,bilmediğimiz,anlayamadığımız şeyleri söylüyor diye!..Size bu gibi zor anlaşılır –ama güzel olduğunu sezinlendiğim-- sözleri dernekte mi öğretiyorlar? Partide mi yoksa? Geçenlerde Çatuşa Rasemma dediki, Avdiç Ahmet Dedo’nun çevresinde bulunan bütün gençler diğerlerinden farklı ; çok okuyorlar ve çok çalışıyorlar!. Bağ-bahçelerindeki işlerin üstesinden gelemeyen ve yoksul halkın sorunlarını gece yarısından sonra halleden Avdiç Dedo’yu mürşit kabul eden köyümüzün öncü,ideal kuşak gençlerinin olduğunu biliyor artık herkes;onlar söylemeseler de,sorulunca hemen yollansalar da biliyor herkes!..Bir parti çalışmanız da varmış!.. Doğrusu, dernekten öncelikli partide görev almak isterdim!.. Keşke biz kızları da partiye alsalar!.Ne kadar iyi olurdu! Rassemma’nın dediğne göre Avdiç Ahmet Dedo, o da olacak ; zamanı gelince bizim selvi dal melek kızlarımız da partide yer alıp siyaset yapacak ; mebus olacaklar, hatta bizim melek kızlarımız doktor, hukukçu, mimar, sosyolog ,düşünür,yazar,şirket yöneticisi de olacaklar ; daha işin başındayız , hele güzel bir eğitim görsünler ; yetişsinler bakalım!..Halamın oğlu doğru mu Rasemma’nın dedikleri?..Sen Avdiç Ahmet Dedo’nun dizi dibindesin, biliyorsun, haberin vardır!”

Sözlerini sürdürecekti ,birden sustu!..İri gözlerini açtı,uzun açık kahverenkli kirpikleri ona has bir ivedilikle kırpıştı!.

“Enis ,kızdın mı bana?..”dedi , sesinde endişe sezinleniyordu!.Az önceki küskün numaralarına pişmanlık duyuyordu!.

“Yok ,sana kızmadım” dedi Enis, “Ben şu bindokuyüzseksenin yaz sonuna,eylülüne kızıyorum!”

Bu sözlerde ona anlaşılmaz gelmişti, küs tavırları bir işe yaramadığını az önce anlamıştı,bunun üzerine dişi bir gülmeyle aynı cümleyi alayımsı bir tonda tekrar etti , sonra işe ara verip durdu!.

“Az önceki soruya cevap vermedin ama?”dedi!.
“Ne cevabı bona?.”dedi öteki!

Zeluşka buz dağını eritmek istercesine sıp-sıcak ve o denli sevgi gösteren edayla önüne geçti ; elini uzattı Enis’in göğsüne bastırdı , önce hafifçe, -gözlerinin içine bakarken-, eli hafif hafif gevşedi ve birden kuvvetle,“Şurada ne var? Hepsini bilmek istiyorum diye sormuştum!.”

“Ruzenoje brdo bilo” dedi!..Başını çevirdi,yandaki kalın ve sık meyveli dala geçmek üzere yönelmişken, “Krayişnik Yunus’un düğününü hatırlarsan her şeyi öğrenirsin!.”

“Mezarlıkları geçince, hani ağabim seslenmiş bizi beklemeni söyleyince pek nazlanmış, o da çıkışınca Paşiçler’in bağların orda bekleyip bizim sana ulaştığımız anı ve geçen olayı mı kasdediyorsun?”

“Onu ve sonrasını , Avdiç Nazım’ın bildiklerini de biliyorum,Muyaçiç Nailin de!.Her şeyden haberim var!”

“Anladım!..Bir şey soracağım!.Husagiçi mi, Spahiçi mi,Beçiroviçi mi, Avdiçi mi daha aptal?”

“Hepsi ,hem de yüzyılların fosilleştirdiği aptallar!”

Çaresiz , kafese kıstırılmış bir aslan gibi küçük bir bakışla söylemişti her şeyi!.

“İstanbul’daki olası işten bir umut kalmadı mı Halamın oğlu?”dedi Zelüşka! Sesinde , edasında az önceki sözünün kırıcılığının farkındaydı!..Sözünü bir kez daha yinelemişti,ancak Enis’in konuşacak hali kalmamıştı!.

“Ne yazık ki benim elimden bir şey de gelmiyor” diye söylendi Zelüşka!.

“Gelemez tabi , bu zaman kadın kısmına elinden bir şey gelmemesi için elinden geleni ardına koymamış!..Hem elinizden bir şey gelebilmesi için acı bile çekemiyorsunuz ki , hiçbir şey yapamayanların elinden ne zaman ne gelebilmiş ki!. Kör,topal ve sağır uçurumların , fıtrata savaş açan grabenlerin en büyük tutamağı ve istinadı hiçbir şey yapamayıp ellerinden hiçbir şey gelmeyen bayanlardır ; bunun böyle olmasının nedeni de hüsran kemendini yakuttan gerdan diye takınan alık erkeklerin penceresinden dünyaya bakma alışkanlıklarıdır! Ehh kadınların kadınca yaşamaları da,erkeklerin pencerelerinden bakışlarını seçeneksizce tutmaları kör,aptal ve sağır grabenlerin iktidarlarını süreğenleştirip muhkemleştiriyor!.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hasan Mostar
Kullanıcı
Kullanıcı



Mesaj Sayısı : 12
Localisation : YALOVA-MERKEZ
Kayıt tarihi : 02/08/06

HÜRCAN BOSNA Empty
MesajKonu: Geri: HÜRCAN BOSNA   HÜRCAN BOSNA EmptyPaz 29 Tem. - 16:33

Aşağı Ayazma’dan Avdiçüşa Zelüşka , Gebze’den Başak Erdemoviç’le Berlin’de buluştular, şiirleşip öyküleştiler!

Mecnunlar hep vardır ve sancıyı bal eyleyip acı çekerler! Akharman’dan Hürcan Spahiç , Bijelobrdo’dan Hurişeref Sabliç Pıcadılly Circirss’da ; Jelena Hacıbegoviç ile selvidal dilber Milena Ryhanaviç Köln’de tortop hasreti bohçaladılar! Bizim Leylalarımız kuru kara çirkin değil, kuyulara sarkan sudur!Başak Erdemoviç’in hastanede değiştirildiğini bildiğim halde saçları koyu kumral demiştim, ahh o gece!..O geceler; gece yürüyüşleri!. ‘Biz kağıt da satsak Vakkoyuz’ , böyle fısıldamıştı kulağıma , Körfez’in karşısından sitem dolu, sancılı!.

Karamürsel caddesi gün ışığında sınırsız simli bir kumaş gibi birden genişledikçe genişledi ;en uzaktaki ufuklara dek açıldı ,Çınarlı Camii tükenmez kalemle kondurulmuş bir nokta kadar küçüldü mahzun ve gözü yaşlı ; alaca karanlıkta parlayan elmas bir taş gibi!. Barlas Pastanesi içine ; en içine, en derinine kendi uçsuz vadilerine girmişti!.

“Tıkış tıkış ; balık istifi gibi olmuşuz!” dedi Çatoviç Yusuf ; taşkın , kabına sığamayan tabiatıyla, açılan kamyon kapısından bir yay gibi fırlayıp banket kenarındaki direğe tutunarak gülüyor , ardı-ardına çıkan arkadaşlarını yüksek sesle sayıyordu!.

Yerkoviç Mali Arif geriden gelen üç arkadaşına dönerek şaşkınlığa yakın gülmeyle karışık bir süre izledikten sonra, -ki diğerin kucaklarında adam vardı-, “Eğlenmeyelim biraz açalım adımlarımızı,dostlar bizi bekliyor!” dedi ve yayalara hazır yanan yeşil ışıktan, Dörtyol’dan karşıya, hızla Karamürsel caddesine geçmişti!.İtfaiye İstasyonu’nun garaj köşesinde geri dönüp baktı,diğerleri de onu takip ettiğini görünce, Bursa istikametine dönerek bir göz atınca Avdiç Namija sağa yönelmiş ve Bağlaraltı Caddesi’nden girerken görmüştü , sonra Çatoviç Yusuf’un kolundan tutup adımlarını açarak yürüdüler!.

Yerkoviç Arif Parti teşkilatının son hamlelerinden hararetle bahsediyor,yumuşak ama geniş açılı elinin devinimleri ile yüreğinin ritmini yansıtıyordu!. Peşi sıra Avdiç Hasan şalvarımsı ve oldum olası sarkık duran pantolonu, -aksi görünse zaten şaşılacak cinsten-,yine kendi içine gömülmüş ve yirmi kilo metreye yakın katettikleri yolun yoruculuğu ile yine içine gömülmüştü ; keşfettiği galaksilerde kalabalık derin dolaşıyordu!.

Kusturica Ömer zor karar veren ve tartışmacı tabiatına yansıyan kimi zaman kararsızlığın durağında ağır ağır ve yavaşça yürüyüşüne müdahale ediyor ; iri vücudu, uzun kalın kolunu omzundan aşırarak önde giden arkadaşlarına yetişme saikiyle Avdiç Nahit çekerken, Ömer’in dalgın yüzünü izleyip meselenin muhtevasına vakıf bir tavırla bir şeyler anlatıyordu!..

Yerkoviç birkaç sefer geriye dönüp arkadaşlarının yetişmeleri için gayrete getirici sözlerinin bir etkisi olmadığını görünce,Çatoviç Yusuf ile süratlerini artırıp gözden kaybolmuşlardı!..Avdiç Hasan sıkı-fıkı bulunduğu arkadaşı Laz Osman’ın toptancı gıda mağazasına uğrayacağını,ama seminere yetişeceğini söylemiş ve mağazaya girmişti!.

Alin’in Kahvesi’nin ana cadde üzerindeki kapının önünden geçip Koçal Sokak sapağına geldiklerinde Kusturica Ömer’in durağanlığı birden heyecana dönüştü ; elindeki paketi tartarak öbür eliyle tıp-tıpladı ve sokağın yirmi metre ilerisinde genişçe beton alanda oynayan çocuklara bir süre baktı, Avdiç Nahit, her şeyi biliyordu ; hiç itiraz etmeden Ali’nin Kahvesi’nin sokak kapısı önündeki genişçe alandaki sandalyalardan birini çekip oturmuştu!. Ömeri’n yüzünü derin ve heyecanlı bir tebessüm kaplamıştı!..

Patenleriyle kelebekler gibi kayan üç keklik küçük kıza yaklaşınca,çocuklar ilgiyle ona bakmaya durdular.Beton zeminde kırmızı çizgili seksek karelerine yöneldi Ömer..Bir,iki,üç adım bir yaslı taşı sekerek ayağının burun kısmıyla sektirerek çocuklarla ünsiyet kurmuştu!.

“Biliyorum, senin adın Ayşe”dedi ; açık kumral lepiska saçlı küçük kıza hitaben!..Üç küçük kız birden kıkırdayıp, “değil” dediler!..

“O zaman Fatma”dedi Ömer!..Lepiska saçlı kız iri yeşil gözlerini belertip başını olumsuz anlamda sallayıp “ıh!” diye cevap verdi!..

“Son şansım,şimdi bilmek zorundayım!” dedi Kusturica Ömer,sonra anlamsız bir sesle bir süre için susuyor ; çocuklardan bir im beklemeye durmuştu!.Küçük afacanlar hep birden kah-kaha ile gülerek yeni bir oyun kurmuşlardı ki, sokağın daha ilerisinde geniş bir yerinde top koşturanların en büyükleri koşarak gelmişti!..Ömer ona dönüp baktığında ; güç, kuvvet ve zekanın fidanı,delikanlı adayı onbeşine merdiven dayamış hem deli hem de kanlı tam bir delikanlı olduğunu hemen fark etmişti,gözüne yabancı gelmediğini de anlamıştı ilk etapta!.

Ömer,seri halde ardı-ardına bir sürü kız ismi saydı ;bu ara lepiska saçlı afacan kız çocuğu bir arkadaşını göstererek, “ O’nun adı o!” dediyse de Ömer,tesadüfen ismini keşfettiği kızın yanaklarından öpüp,tekrar lepiska saçlı küçük kızın adını da keşfetmek arzusunu ısrarla sürdürüyordu!.

Lepiska saçlı küçük kız çocuğu patenleri üstünde bir ileri bir geri hafif sekerek,elleriyle arkasına ve öne yelpaze yapıyor, dili ön dişlerinin ucuna sertçe değerken, “s”leri çok belirgin bir tonda,“Bilemessssin”dedi!..

“O zaman lütfen siz söyleyin” dedi Ömer. “Senin gibi güzel mi güzel bir kızın adını öğrenip tanışmak benim için çok önemli ve sevindirici olacak!” sözü güme gitmişti!.

Çocuk bir çavlan gibi uçarak, “Yaşassssın dayımın partisi geliyor!.” diye camsız bir minibüsün çepe-çevre bir partinin afiş ve dövizleriyle kaplanmış ; gamzesine hilal kondurulmuş liderin tebessüm eden yüzüyle portresi ve anonsuyla geçiyordu araba!…

Küçük kıza diğerleri de katılmış,yaşassssın bizim parti geçiyor derken,o ısrarla dayımın partisi geçiyor diye çığlık kopartıp sevinçle yerinde duramadan keklik ayası elini yumruk yapıp baş parmağını dik tutuyordu!Olup bitenleri üçüncü kat bir apartmanın balkonundan izleyen genç bir bayana küçük kız dönüp, “Anne gördün mü ; dayımın partisi yine bizim sokaktan geçiyor!” diyordu.

Genç bayan küçük bir tebessümü yüzüne kondurmuş, çocuğun ilgisine bigane kalmadığını göstermeye çalışıyordu!..Kusturisza Ömer’in yüzü kızardı, utandı, mümkün olsa kirpi gibi kabuğuna girecekti ; zira heyecanlı devinimlerin estiği mekanda un-ufak hisseti kendini,yitti ; yitmişti adeta!.

Bir an ayrılmayı düşündü , arkaya dönüp bakmıştı ; Avdiç Nahit oturmuş bir sigara tellendirmiş , çay içiyordu!.Parti arabası yanaşıp durdu,direksiyondaki genç adam Çoşkun Hoca’ydı ; başını hafifçe dışarı çıkartıp, “ Ömer Ağabi merhaba,afacanlarla paten mi kayıyorsunuz?” dedi..Bir süre konuştular!..Coşkun Hoca küçük afacanlara tanış oldukları ihsasla , hoşlanacaklarını bildiği selamı çaktıktan sonra arabayı yürütüp gitmişti!.

Lepiska saçlı küçük kızın ilgisi daha da artmıştı, “Amca gördün mü!..Biliyor musun? O dayımın partisi, biliyorsun değil mi?.”şeklinde sorular soruyordu!

“Anlayamadım”dedi Ömer, “Dayınızın partisi mi var?..Ama o parti benim de!.”

Çocuk kıpır kıpır ellerini arkasında buluşturup şaklattıktan sonra yerinde zıplayarak öne hızla getiriyor bir kez daha şaklattıktan sonra, “Hepimizin ama en çok dayımın partisi!”diyordu..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hasan Mostar
Kullanıcı
Kullanıcı



Mesaj Sayısı : 12
Localisation : YALOVA-MERKEZ
Kayıt tarihi : 02/08/06

HÜRCAN BOSNA Empty
MesajKonu: Geri: HÜRCAN BOSNA   HÜRCAN BOSNA EmptyPaz 29 Tem. - 16:34

“Sen parti kız”dedi Ömer, “Parti arabasını kullanan şöförü tanıyor musun?.”

“Benim adım Hürcan Bossssna ,parti kız değil” dedi Ömer’in sualine cevap vermeden! Ömer’in damarlarındaki kan göğüs kafesini patlatacak kadar müteheyiç akmaya başlamıştı!

“Anlayamadım” dedi Ömer!
“Benim adım Hürcan Bosssna ; şin/di anladın mı?” Elleriyle aynı minval üzere hareket ediyor,birden dönüp Ömer’in önünde durup gözlerini gözlerine mıhlıyordu!.

“Pekiyi dayınız ne iş yapıyor,ben tanıyor muyum?”dedi Ömer!

“Dayım burada değil ki,O İngilizler’in Löndra’sında ; orada yaşıyor,işi orada!”dedi Hürcan Bosna ve bir şelaleyi andıran ince uzun sol kolunu yana uzatıp, “Bu yanda çoook uzakta yaya gidilmez ki!.”

“Tamam anladım!”dedi Ömer, “Senin dayın İngiliz!.”
“Bilemedin”dedi Hürcan Bosna,yüzü gülünçlüğün karşısındaki tavrıyla tebessüm dolu, “Husssagiç Enis dayımın adı!.”

Ömer’in yüzü parladı ,içi içine sığamaz kadar heyecanlanmıştı ;yirmi adım gerisinde kahvenin önünde oturup çay içen Avdiç dostuna dönerek, “Ova curica naşog Husagiça sestriçna!” dedi.

Hürcan Bosna ,Ömer’in sözleri üzerine kendisine dönmesini beklemeden patenleri üzerinde bir iki manevra yaparak önüne gelmişti!.

“Amca sen Boşnaksın,değil mi?” diye sordu!
“Nerden biliyorsun?”
“Anladım elbette ,o adamla konuştunuz!” dedi Hürcan Bosna!
“Yoksa sen de mi Boşnaksın?”diye sordu Ömer.

“Ben melezim, annem Boşnak, babam Türk”dedi Hürcan Bosna ; çok önemseyen ve iyice kavratmak amacı ihsas eden bir içtenlikle Ömeri’n yüzüne iri gözlerini mıhlayarak , sol elinin üç parmağını tutarak, “Annemden almışım büyük çoğunu; babamdan da almışım küçücüğünü!.”

“Anladım , pekiyi dayınızın partisi var dediniz,o nasıl oluyor?”

“Babamın partisi yok ki!..Zavallı Türkler’in hiç partisi yok ; hem Türkler iyice şaşırıp zıvanadan çıktılar,bir tuhaflaştılar!”

Ömer’in çöşkulu ama kendine hakim bir ses tonuyla gülmesi üzerine,Hürcan Bosna’nın büyük ağabisi Enis, “Hürcan saçmalıyorsun bi tanem,farkında mısın?”dedi..

Atak bir tavır aldı, Hürcan “Ama dayım öyle söyledi,zavallı Türklerin partisi bile yok, Türk milletini soyan çete şirketlerine dönüşmüş Türklerin partileri!.”

Kusturizsa ömer,gülmeyle ağlamak arasında çoşkulu bir haleti ruhiye içindeydi.“Derin eşkiyanın adını derin devletle örtüştürenlere duyurulur, derin millet ve derin milletin de siyaseti var,derin milleti ve derin milletin siyasetinin de Hürcan Bosna nüvesidir ; çekirdeği,derin devlete duyurulur!”şeklinde söyleniyordu!

“Babamın lakayıt duruşuna dayım latife yapıyor,şaka olsun diye öyle söylüyor, sen de gerçek sanıyorsun Hürcan!”şeklinde açıklama yapmak ihtiyacını duymuştu küçük Enis!.

“Senin adını bilemedim Hürcan Bosna ama” dedi Ömer, “Babanızın adını biliyorum,sıkı dur!”deyince küçük kızın mütebessim yüzü ve iri gözleri merakla parladı, hafifçe başını oynatarak, “Hadi Sssöylesssene”dedi!.

“Enver”dedi Ömer ve ardından , beklemeden, “Büyük amcanızın adı da Nevzat,diğerinin ise Ali,küçük halanızın kocası yani eniştenizi de tanıyorum,şöför Adem Ayaz, Denizçalılı onlar , değil mi?”

Hürcan çoşkulu ve şaşkınca gülüyordu ,arkadaşına dönerek, “Kız Ssssemiha hepsini bildi”derken Ömer’e dönerek,“Hadi Sssemiha’nın da babasıyla amcalarını bilin!.”

“Semiha’nınkilerini bilemem,bu mümkün değil ; ama dayınız Enis Husagiç’i tanıyorum,biz onunla birlikte senin deyiminle İngilizler’in Londra’sında beraberdik,bunu biliyor musun?.Dayınız ile anneniz Kadruşka’yı ve onların dayılarının kızı Zelüşka’yı da ve diğerlerini de tanıyorum,onlar da Ayazmalı ben de,ilkokula birlikte gitmiştik,dayınız Enis hariç diğerlerini sadece ilkokul dönemine ait hatıralarım var,bir daha hiç görüşemedik ötekilerle!. Hiç bilmiyorum,çünkü ben de dayınız gibi hep uzaklarda kaldım,yani bir çok yerden sonra uzun seneler boyu İngilizler’in Löndra’sındaydım dayınızla birlikte,sonra ben geldim o kaldı!.”

“Dayımın arkadaşı mısın?”dedi Hürcan Bosna!..
“Hıhı , hem de nasıl!.”dedi Ömer, “Hürcan, parti ne demek,bana anlatır mısın?”

“Sizin için biz kusursuz dağlar büyüttük,
Kalelerin kararmasına asla izin vermedik.
Kandiller yaktık sssür git yenilmeden,
Evet,alın kırıştırmaz bizim dağlar.
Biz dağ büyütmede hiç ama hiç yenilmedik,
Çünkü dağ büyütmede yanılmadık,
Dağ büyütmek ssssöz konusuysssa eğer,
Evvel Allah üsssstümüze adam yoktur..
Gece zülmetlerinde dinlenmek ,
Ve inadına dönüp yeniden başlamak,
Büyük Türkiye bizim sssevdamız..
Dağların çekemediği oluru biz yüklendik,
Aşk var bizim aşk var,
Nice olur olsun,
Yar yandıkça enfes..
Büyük Türkiye sevdamız bizim,
Ve kuru kara çirkin değil Leylalarımız istikbaldir,
Gece değil gündüzdür,
Hilali vatan cennet hudutlarına,
Kor yürek babalar,amcalar,ağabeyler,
Afrika’dan OrtaAsya’ya kadar,
Göğüsleriyle siper etmeliler..
Dağ büyütmek sssözkonusu ise eğer,
Evvel-Allah üstümüze adam yoktur,
Gece zulmetlerinde dinlenmek,
Ve aşk ile meşkle dönüp yeniden başlamak,
Büyük Türkiye sevdamız bizim.!”

“Bu şiir gibi bir şey, bunun neresinde parti Hürcan?”
“Şiir zate/m” dedi Hürcan Bosna!.
“Şiir parti, bir şey anlamadım ve kafamı karıştırdın Hürcan”dedi Ömer!.

Hürcan Bosna ve arkadaşları kahkahalarla gülüyorlardı!. Ömer’in yüzü hüzne , çoşkuya bulanmıştı,derin tebessümle onları izliyordu!.Hürcan ciddi ve ikna edici tavır alarak Ömer’in bileğinden tutup, “Şiir parti olmaz,partinin içinde şiir olur!”dedi ve ellerini iştiyakla açarak önce kendine doğru bir şeyi çeker gibi yapıyor ; sonra kucaklayarak,“Bilemedin mi? Bosna’yıda Türkiye’ye katacağız,ondan sonra diğerlerini hepsssini hepsssini ve büyük Türkiye yapacağız,şindi anladın mı?”

“Yani seni mi Türkiye’ye katacağız?.”
Ömer’in bu anlamsız , çelişkili sözüne Hürcan Bosna arkadaşlarıyla katıla katıla gülüyorlardı.

“Ben zate/m içindeyim,öteki büyük Bosssna’yı ;Alija İzzet Begoviç’in Bosssnası’nı diyorum,zatem bana Büyük Bosssna’nın adını dayım takmış,beni Bosssna kadar Bossssna’yı da ben kadar ssseviyor dayım ; işte böyle, şi/n/di anladın mı?.”

“Pekiyi sonra ne olacak Hürcan Bosna?” dedi Ömer.
Hürcan ellerini olanca açarak kucak yaptı!.

“Bütün çocuklar mutlu olacak ;çocuklar ölmeyecek ; öldürülmeyecek, aç kalmayacaklar ; kışın soğuk havalarda üşümeyecekler ; hepsi okula gidecekler, anneleri üzülmeyecek , ağlamıyacaklar ; ssssadetli, sssıhatli yaşayacaklar, küçük bebekler hiç aç kalmayacaklar ; bol süt içecekler,şi/n/di anladın mı?”..

Bir süre sustuktan sonra,hırslı ve doğrultu belirlemişlerin kararlılığı ile yine ince uzun şelale kollarını açarak,kucak kucak, “Hepsssini hepssssini Türkiye’ye katacağız ve çocuklar ölmeyecek, biz sssahip çıkacağız,büyük Türkiye’yi biz kuracağız!”diyordu Hürcan Bosna.

Ömer’in gözleri buğulanmıştı, ardıardına yutkundu,bir yumru gelip oturmuştu boğazına,sesi kalın titrek çıktı zar zor!.

“Hürcan Bosna , sözüm ve yeminim olsun ki,bütün varlığımla senin yanında yer alıyorum ; Büyük Türkiye’yi biz kuracağız!.”

Hürcan patenleriyle bir iki kayarak çoşkuyla:
“Yaşasssın!” dedi.

“Ya katılmak istemezlerse ne yapacağız Hürcan Bosna!” dedi Ömer. Çocuğun ruhunu şekillendiren can dostu Husagiç Enis’in çocuk hali vardı Ömer’in karşısında!.

“İssstiyorlar,issstiyorlar, can bile/m atıyorlar!.” diyordu Hürcan Bosna!

“Pekiyi partinin adını hala söylemediniz ama?”dedi Ömer!

Hürcan yine katıla katıla gülüyordu:
“Olur mu hiç?..Kaç kere ssssoyledim ,anlamadın mı? Büyük Türkiye’yi Biz Kuracağız Partisssi! Böyle söyledim kaç kez!”

“Böyle bir parti hiç duymadım,bilmiyorum!.” dedi Ömer.Küçük çocuk büyüklerinin izdüşümünde elini zikzak uzatarak, “Kapatıyorlar ama bizim partiyi kapatamazlar,bizim parti milletin içinde,derin parti, hepimiziz!”dedi.

Kusturisza Ömer,bir düzine kitap paketini Hürcan Bosna’ya verdi ve çömeldiği yerden kalkıp yürüdüğün de esrik hali belli oluyordu!.

İki dost,tekrar Karamürsel Caddesi’nde hızla Barlas Pastanesi’ne doğru onları bekleyen dostlarına ulaşmak için yol alırken, Ömer esrik haliyle, “Can dostum Enis” diyordu, “Eşyacı yanınızın olmaması ve size yetişmenin imkansızlığını bize bir kez daha sürpriz olarak gösteriyorsun,asil ve erdemli ruhunuzun tezahürü bizi bir daha kuşatıp kamçılıyor!.

Zaman sizde hiç tutsak olmadı!. Sürekli konuşup iş tutmayanlara,her şeyi envanterlere,istatistiklere ve salt rakamlara göre ayarlı yürüyenlere ve mütereddit müterennimlere selamımız olsun,cennet rayihası yeğeninizin kalbine ne güzel tohumlar saçmışsın ; rüşeymleri gün yüzüne çıkmış çiçek çiçek!” derken,Hürcan Bosna’nın bülbüli şakımasıyla,inadına dönüp yeniden başlamak,ben varım öyleyse bu iş bitmedi!” diyordu.

Avdiç Nahit’in yüreğinde Avdiç Ahmet Dedo’nun sesi yankılandı:
“Anneler ve babalar yedi iklim ve kırk kuşak ilerisi, nineler ve dedeler asırlar sonrasını da dualarıyla örtmelidirler çocuklarını!”

Kusturica Ömer, çoşkulu ve yüzünün parlaklığıyla bir süre Hürcan Bosna’nın sözlerini onun vurgulu “s”leriyle tekrar edip durdu, sonra,Neslanoviç Muyo’nun yanına uğrasak mı?.” dedi…

Avdiç Nahit,saatine baktı,zamanın epey daraldığını, ayaküstü uğramak da makbul olmayacağını söyledi ve Karamürsel caddesi boyunca yürüyüşlerine devam ettiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
HÜRCAN BOSNA
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Bosna-Hersek’teki “Kutsal emanetler&
» Bosna ile ilgili bilgiler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Edebiyat :: Anlatı-Hikâye-
Buraya geçin: